Sorunlar ülkesi haline gelen Türkiye Cumhuriyeti’nde işçinin, çiftçinin, emeklinin, fakir-fukaranın sorunlarını görüşmek yerine maalesef ki Boğaziçi Üniversitesi’nde yaratılan suni sorunu görüşüyoruz. Hergün yaklaşık 150 insanımızı kaybettiğimiz COVID-19 salgınını ikinci plana attığımız şu günlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne Rektör olarak atanan Melih Bulu adlı zat-ı konuşuyoruz hep birlikte.
Koyu bir AKP’li olan Melih Bulu, Rektör olarak atandığı Boğaziçi Üniversitesi’nde, koltuğuna oturdu ama gel gör ki, bir tek dost bulamadı. Boğaziçi Üniversitesi’nin eğitim kadrosundan, tüm öğrencilerine kadar açıkça dışlanarak kabul görmeyen, binlerce öğrencinin isyanına sebep olan bay Melih, kendisini protesto eden üniversitenin tüm bireylerine “Siz ne yaparsanız yapın, ben burada kalacağım” dercesine rahat ve geniş davranmaya devam ediyor!
Elbette ki tek suçlu Melih Bulu değildir. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi gibi ulvi bir üniversiteye rektör olarak atayan mantık da en az Melih Bulu kadar suçludur!
Türkiye’yi zorla da olsa AKP’lileştirme çabası içinde olan iktidarın önde gidenleri aynı şekilde kendileri gibi AKP’li olan bir şahsı rektör olarak atamakta en küçük bir tereddüt duymuyor. Atanan Melih Bulu ise kendisinin sebep olduğu olaylardan dolayı henüz yüzlerce öğrencinin isyanını ve coplanıp gözaltına alınmasını izliyor!
Bunların hangi mantığa sahip olduklarını anlamak gerçekten hiç de kolay olmuyor.
Üniversiteli öğrencilerimizin anayasal haklarını dahi kullanamaz oldukları bir ülke haline getirildi Türkiye. Bir zat için Boğaziçi Üniversitesi gibi bir bilim yuvasını bu denli rahatsız etmenin, öğrencilerini eğitimden koparmanın mantığı olabilir mi?
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin anayasal haklarını kullanarak yaptıkları eylemi değerlendiren Cumhur hükümetinin küçük ortağı Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin böyle evlatları yoktur” tespitinde bulunarak tarihi (!) bir açıklamaya imza atmış oldu. Bahçeli’den başka bir şey beklemekte pek mümkün olamaz!
Bahçeli’ye net bir şekilde sormak gerekir…
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini kastederek “Türkiye’nin böyle evlatları yoktur’ değerlendirmesinde bulundun. Peki son zamanlarda gazetecilere ve bazı siyasilere düzenlenen bıçaklı-silahlı saldırılar da yer alanlar ile Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne molotof kokteyli atanlar kimin evlatları oluyor?”
Bunu da açıklarsan Türk ulusu bilgi sahibi olur sanırım.
SORUNLAR DAHA DA AĞIRLAŞIYOR
AKP hükümetlerinin aralıksız bir şekilde tam 18 yıldır yönettiği ülkemizde işsizlik ve ekonomik sıkıntılar her geçen gün daha da ağırlaşıyor.
İş bulamadığı için çalışamayan milyonlarca insanımızın yanı sıra tarım ve sanayi kuruluşlarının da büyük ölçüde çökmesi nedeniyle toplumumuzun büyük kesimi sıkıntı içine girmiş vaziyette. İşsizler ordusu ise her geçen gün daha da artmaya devam ediyor. Hal böyle olunca da ezilen insanlarımızın umudu her geçen gün azalmaya devam ediyor.
Bugün için Türkiye’de sadece ve sadece iktidara yakın konumdaki ahali durumdan memnun. Toplumun ezici bir çoğunluğu ise günü kurtarmanın yollarını arıyor. Türkiye’nin bu hale nasıl geldiğine baktığımızda ise neler görüyoruz neler.
Ülkeyi 18 yıldır yöneten AKP zihniyeti nedendir bilinmez ama bir türlü istihdama yönelmedi. 83 milyon Türk insanının ortak parası olan milli hasılayı sürekli olarak betona yatırdı ve yatırmaya da devam ediyor. Samandan canlı hayvana, nohuttan fasulyeye kadar ne varsa ithal ederek Türk çiftçisinin hazin sonu yaratıldı.
Daha önce kendi kendine yeten 7 ülkeden bir tanesi olan ülkemiz maalesef ki çiftçilerimizden bir ölçüde vazgeçerek “ne haliniz varsa görün” denilmiş vaziyette.
Yaşanan tüm olumsuzluklar geride kalan COVID-19’lu aylara bağlamanın mantığı olamaz. Türkiye’nin mevcut iktidar zihniyeti yüzünden bugünlere geldiğini göz ardı edip tüm suçu COVID-19 salgınına yüklemenin de mantığı olamaz.
Yapılan tüm araştırmalar her 100 kişiden 64’ünün borçlu olduğunu gösteriyor. İyi yönetilen toplumlarda nüfusun yüzde 64’ü borçlu olabilir mi?
Bunun mantığı olabilir mi?