Ülkemizde işbirlikçi tekelci sermayenin devlet olarak yüklendiği misyon oldukça yeni. Oysa ki Avrupa Tekelci burjuvazinin kendi devleti ve ve kendi sistemi konularında oldukça uzun bir tarihsel deneyimi bulunmaktadır. AB’nin ülkemiz burjuvazisiyle (İşbirlikçi tekelci Burjuvaziyle) olan evlilik ilişkileri çok yakın tarihte gerçekleşmiştir.
Avrupa tekelci sermayesi artık kendisine bir ayak bağı olan Asker-sivil burjuvaziyi tasviye etme ve kendi sömürü sistemine kendi sömürü ilişkilerine daha uygun bir sistemi hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda onlar için onlar için (Hem AB tekelci sermabyesi ve hem de Türk işbirlikçi tekelci sermayesi için) yeni bir anayasa yapmanın artık kaçınılmaz olduğudur.
Ülkemizde Cumhuriyet Anayasası’ndan bu yana ilk kez ordunun önderliği tarafından değil, bir siyasal iktidar tarafından anayasa yapma gündeme gelmiştir. Bir anayasa ister askerlerin, ister sivillerin öncülüğünde yazılsın pek fazla önemi yok. 12 Eylül Anayasası’nı (1982 Anayasası yazdıran askerlerdi ama onu hazırlayan, yazan Orhan Aldıkaçtı Başkanlığındaki bir anayasa profesörleri komitesi tarafından yazılıp hazırlanan bir anayasa olarak tarihe geçmiştir. Hala da faşist bir anayasa olarak yürürlüktedir.)
Şimdiki hazırlanan anayasada Ergün Özbudun Başkanlığında başkalar Grup profesörleri komitasinin yazılımı bir anayasa olarak tarihe geçecektir.
Kapitalist sistemde hangi ülkede olursa olsun burjuvazi kendi düzenini güvence altına almak zorunda. Ülkemizde de 1970-1980 arası tarihsel olarak oldukça önemli bir dönem yaşamıştır. O dönemde özellikle eğrisi doğrusuyla sınıf mücadelesi (Çok büyük hatalar, yanlışlar, tecrübesizlikler, deneyimsizlikler olmasına rağmen) emek cephesinde en üst seviyeye çıkmıştır. Sınıf mücadelesi sen üst seviyeye çıkarken, pektabiki burjuvazide boş durmamış; kendi örgütlü gücünü emekçi sınıf ve tabakalar üzerine sürerek kanlı pazarlar oluşturmuş ve kendi devletinin en büyük vurucu gücü olan askeri (Faşist darbesini organize ederek) gücüyle 12 Eylül cuntasını tezgahlamıştır. Ülke genelindeki sınıf mücadelesini (Burjuva adına) ancak böyle bastırabilirdi. Nitekim öylede oldu. Ve arkasından ordu 1982 faşist anayasasını hazırladı.
Bu anayasayı sivil yapacak şey, askeri elbise giymeyeceklere yapılması değil! Başta emekçi sınıflar olmak üzere (Emeğiyle geçinen) işlerin dar gelirli, memur-emekli, dul-yetim, işsiz-yoksul, köylü-küçük esnaf, vb dediğimiz) halkı oluşturan sınıf ve tabakaların sınıfsal çıkarını temsil edecek ve başta onlara hizmet edecek ve onları her türlü tehlikelere karşı koruyacak bir anayasanın yapılmasıdır. Aksi takdirde daha baştan toplumun kendi anayasası olmayan bir anayasaya boyun eğme hali ortaya çıkacağından; halkın paylaşabileceği ortak ortak değerlerin değil azınlık bir grubun (Tekelci sermayenin) diğerinin tahakkümüne yol açacak bir sistem (Düzen) aygıtı olarak karşımıza çıkacaktır. Yine bu türden bir anayasa ayrımcı ve dışlayıcı olmasının yanı sıra bir güç tekelinden ona hizmet eder ve onun devletinin kontrolü altında baskıcı olacaktır.
“Despotik bir çoğunluk gücüne dayalı bir anayasa yapma iddiası, bizzat bir düzenleme etkinliği olması bakımından askeri gücün taşıdığı ifadeden farklı birşey değildir. Her iki durumda ortaya çıkan şey bir tahakküm aygıtı olur çünkü”
Ülkemizdeki bu gücü AB ile sarmaş dolaş olmak isteyen başta avrupa tekelci sermayesiyle birlikte hareket eden çok azınlık bir zümrenin “Gücün” bu gücün belirleyiciliği altında olacağından yasayı uygulayan yasayı yapan güce referansla yorumlayacaktır. Bunu darbeci bir anayasa olan 12 Eylül 82 Anayasası’nda AB’ye uyum için yapılan düzenlemelerin yaşama geçilmesi pratiğinde açıkça görmemiz mümkündür; mümkün olacaktır.
Aslında geçmişle hesaplaşırken onun karşısına geleceği kurma yolunda da neyi istediğini ve de neye karşı olduğunun açık bir şekilde belirlenmesi gerekmez mi? Elbette ki gerekir! Sonuç olarak bir yerlere karşı gelirken bir yerlerken koparken neden karşı geldiğimizi neden kopmak istediğimizin alt zemini olan siyasi ve ideolojik kimliğimizi belirlememizin önemini de kavramamız ve bunu ileri noktalara doğru taşıma sorumluluğumuzu almamız gerekmiyor mu? Elbette ki gerekiyor hem de fazlasıyla!!
-Devam Edecek-