Dünyada ve de ülkemizde tarikatlar ve çıkar ittifaklarıyla örgütlenen egemen güçler, iç çatışmalar ve bölgesel savaşlarla silah tekellerinin işbirlikçileri konumlarına gelmiş durumdalar.
Ortadoğu kanayan bir yara. Başta Irak ve Suriye’de bulunan doğalgaz ve petrol yataklarında gözleri olan egemen güçler radikal dinci örgütlerin bu ülkelerde yapılanmalarının önlerini açarak dünya halklarının kardeşliğini yok etmeye yöneldiler. Dolayısıyla ülke halkları savaşın bedellerini çok ağır bir şekilde ödemeyle karşı karşıya bırakıldılar. Hiçbir şeyi, hiçbir olay ve oluşumu sınıflar üstü bakış açısıyla değerlendiremeyiz. Bugün için dünyada egemen-hakim olan üretim sisteminden ayrı düşünmemiz mümkün değildir.
Dünyadaki sosyalist ekonomik sistem çökertildikten sonra başlayan “Devlet Kapitalizmi” giderek tekelci devlet kapitalizmine doğru bir sürecin oluşumuyla karşı karşıya gelmektedir. Yine dünyada bu kapitalizmin gelişmesi başta artı-değer sömürüsü üzerine kurulan sistem, kapitalist sömürünün dayattığı ve aynı zamanda da kaçınılmaz olarak yaşanan krizlerin neticesinden beslenerek günümüze kadar gelmiştir. Dünyadaki bu krizlerin en büyüklerinden olan 1929-1930 krizi ve 2008’de başlayan staglatif dip kriz dediğimiz krizin halen devam etmesidir.
Krizler bizim gibi dışa bağımlı ve gelişmekte olan ülkeleri çok daha fazla etkilemektedir. Bu nedenle ülkemizde şu sıralarda yaşanan kriz basit ve çabuk geçecek bir kriz değildir. Ülke ekonomisinin kendiliğinden düzelmesiyle atlatılacak bir kriz değildir. Ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü şartlar nedeniyle siyasi ideolojik, askeri, kültürel büyük çatışma ve çalkantıların baş göstermesi kaçınılmazdır.
Dünyada ve ülkemizde olan egemen sınıflar daha fazla sömürü daha fazla kar ve dolayısıyla artı değer oranının daha fazla yükseltilmesinin hesaplarını yapmaktadırlar. Dünyadaki büyük savaşlara baktığımızda (bunlar sömürge, paylaşım ve bölgesel savaşlar) arkasında başta silah tekelleri, diğer dünya tekelleri, onların işbirlikçileri ve örgütlü devlet güçlerini görmekteyiz.
Ülkemizdeki kutuplaşmaların özünde de bir tarafta ırkçı, gerici, faşist örgütsel bir gücün oluşumu, diğer tarafta da (dağınık bir konumda olan) sınıf mücadelesinin gelişmesine dayanan parti ve demokratik kitle örgütlerinin olduğunu görmekteyiz.
Bu çatışma ve kutuplaşmaların bazı Avrupa ülkelerinde de görmekteyiz. Faşist hareketlerin büyük başarısı Yunanistan da Altı Şafak, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Fransa’da Ulusal Cephe; “SOL” güçlerin ortaya çıktığı Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos, Portekiz SOL Blok.
Böylesi krizlerde sınıf mücadelesinin (anti faşist ve anti kapitalist) geliştiğine tanık olmaktayız. Yine krizle birlikte yoksulluk, işsizlik, sahipsizlik, açlık nedeniyle mevcut ekonomik sistemin bu durumu yarattığını fark etmeye başlamaları kitlelerin “Sol”a doğru meyil göstermelerini sağlayacaktır.
İşte bugün, tam da yaşadığımız bu ortamda gündemde gelişmesi ve sürekliliğinden “Anti Faşist” (faşizme karşı birleşik cephe’nin) vakit geçirmeden oluşturulması gerekmektedir.
Normal dönemlere nazaran içinde bulunduğumuz bu dönemde, özellikle de gerici faşist bir anayasanın yapılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz!
Bu cephe özellikle de her türden gericiliğe, ırkçılığa, baskı zulüm ve teröre karşı başta işçi sınıfı ve bütün emekçilerin (emeğiyle geçinenlerin) çıkarlarını savunan güç ve eylem birliğinin oluşturulması acilen yapılması gereken en önemli sorunlarımızdandır.