Her toplum hangi sisteme (Düzene) sahipse “Anayasa”da o sistemin o düzenin malıdır. O sistem; O düzenin işleyiş biçimi hukuku yasaları hak, adalet ve güvenlik anlayışları bu anayasayla belirlenir.
Batı’da yani kapitalizmin gelişmişliğiyle birlikte ilk olarak sosyal haklar seneyi devriminin yarattığı (Aynı zamanda da burjuva ve demokratik devrimin oluşmasıyla birlikte) sancılı ortamda emekle sermaye arasındaki (Proleteryayla burjuvazi arasında) mücadeleyle ortaya çıkmaya başladı. Zaten proleterya dediğimiz sınıfı da yine burjuvazi kendi sistemi içinde yarattı. Bu durum ilk olarak 18. Ve 19. Yüzyıllarda klasik hak ve özgürlükler olarak kabul gördü. İlk önceleri bu durum anayalarda genellikle kişi hakları, siyasal hak ve özgürlükler olarak yer almaya başladı. Diğed sosyal, siyasi ve özgürlüklerle ilgili haklar önce yasalarda ve daha sonraları da anayasalarda ancak 20. Yüzyılda olgunlaşmaya başladı. Olgunlaşmaya başladı diyorum; çünkü işçi sınıfı burjuvazinin o vahşi çarkları arasında ona karşı ideolojik olarak örgütlü gücünü koymaya ve yavaş yavaş da hissettirmeye başlayabilmişti.
Söz konusu haklar önce burjuvazinin feodaliteye karşı mücadelesi neticesinde kendi sınıf diktatörlüğünü (Devletini) ve aynı zamanda da tüm devlet teşkilatlarını inşa etme manevralarından kaynaklanan bir durumdur. Bu durum önceleri “İnsan Hakları Bildirgeleri” şeklinde ortaya çıkmış (1789 İnsan ve yurttaş hakları bildirgesi) ve daha sonraları yasa ve anayasalarda yer almıştır. O yıllardan sonra artık yavaş yavaş emek sermaye çelişkileri (kapitalizm geliştikçe) giderek keskinleşmeye başlamış ve hakların sermayenin bir lütfu olmadığını ve hakların ancak ve ancak müdahaleyle alınabileceğini kavramaya başlamış olmaladır. “Ta o zamanlar mülkiyet hakkı mülksüzlere, sözleşme özgürlüğü emekçilere devlet yönetimine katılma hakkı oy verme hakkı olmayanlara bir şey ifade etmediği gibi; dinginsiz serbest rekabet ortamı eşitsizliği de derinleştirdi. Feodal ayrıcalıklara karşı özgürlük mücüdelesi veren burjuvazi kendi devletini yine kendi düzeninin yarattığı ve ondan hak talep eden yani sınıfa karşı cansiperane korumaya çalıştı”
Sosyal hakların tanınmasının temelinde burjuvazinin iktidarını sürdürebilmesi için vermek zorunda kaldığı “Ödün” yatıyor! Dolayısıyla sosyal hakların hala hazırdaki kapitalist üretim ilişkilerinin ve siyasal düzenin sürdürülebilmesi için zorunlu olarak tanındığı söylenmelidir”
Prof. Dr. Yavuz Sabunu Anayasa Giriş Kitabı Sayfa: 155’de şöyle tanımları (...) sosyal devletin özel mülkiyet ve Pazar ekonomisi ilişkilerine dayanan klasik liberal devletin ana kurumlarını koruyarak yenilenmesi olarak algılanması doğru olacaktır”
Elbette ki; üretimin devamlılığı rekabetin ve talebin canlı tutulması ancak ve ancak sosyal devletin işlerliğiyle sağlanacaktır. Günümüzdeki bütün tartışmaların odak noktası sosyal hakların varlığı değil bir avuç zengini daha da nasıl zengin yaparız anlamını taşımaktadır. Şayet böyle olmamış olsaydı, bugün dünyada ve ülkemizde halkın sahipsizliği bu düzeylerde olmazdı!!
Sınıflı toplumlarda zaten devlet denen şey de bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı değil im? Ezen, sömüren, yöneten (Halkı bu duruma getiren) yani iktidarı elinde tutan egemen güçler, diğer sınıflar üzerinde kendi devletlerinin devamlılığını sağlamak için kendinden olmayan sınıf ve tabakalar üzerinde bir baskı oluşturacaklardır. Bu baskının (Diktatörlüğün) şiddeti zaman zaman artacak, zaman zaman da azalacaktır.
Bunu uygularken de kendi güvenlik sistemlerini velhasıl kendi yönetim sistemlerini kurmaktan (Ve de devam ettirmekten) ve bunu kendi sınıf çıkarları için uygulamaktan başka yapacakları bur şey yoktur!!
-Devam Edecek-