TARİH NEREDE BAŞLAR 12
Paris’te dinden sapmış sayılan Hügenotların (Feodalitenin tek tanrılı sömürü düzenine karşı çıkanlar) tebeşirle çizilen haçlar daha duruyordu. İşte alış-veriş yapılan bu köprüde bütün gece baskından kaçanlar, yakalanıp öldürülmüş, cesetleri de Sen Irmağı’na atılmıştı. Bu olağanüstü manzarayı kaçırmamak için gece yarısı yataklarından kalkan saray hanımları sarayın perçelerinden ve balkonlarından bakıyorlardı. Bu manzara kan bayramıydı, taassubun zaferiydi. Katolikler 1572 yılının 23 Ağustos’unu 24’üne bağlayan gecede üç bin hügenot öldürmüşlerdi”
Cesur bir düşünür olan Piyer De La önce fame’nin kilise tarafından kutsallaştırılmış Aristoteles’e karşı yaptığı kitaplar yakılmış sonra kendisi de ölüme mahkum edilmiş”
Bruno’nun yaptığı bilimsel konuşmalar kral tarafından takdirle karşılanmış ve kendisine profesörlük ünvanı verilmiş ve hatta kral kendisinin kilise ayinlerinde bulunmasına bile izin vermişti. Bruna bir saray bilgili olup ödüller alabilirdi. Ama bunu hiç bir zaman tercih etmedi ve o sanki bilim için dünyayı fethetmeye çıkmıştı.
Bruno bir bilim insanı olarak sağına soluna derbeder indirmekten geri durmuyor ve cahilleri hırslandırıyordu. Cahillerse çoğunlukta alays alaydı. Bruno öylesi bu dünyada yaşıyor ki; dünya birbirine düşman beyliklere, şehirlere, mezheplere bölünmüştü. O ise her zaman mezheplerin dışında olmayı yeğlemişti. Bu yüzden de tüm mezhepçilerin gögünde din kurallarından ayrılan bir dinsizdi. Karşısında uçsuz, bucaksız evreni görünüyordu. Oysaki küçücük dünyada bile kendisine yer yoktu. O insanın yüceliğini müjdelerken çevresindekiler yabani hayvanlardan daha beter dalaşıyorlardı.
Ve Bruno dolaşmaya ara vermiyor, dolaştıkça dolaşıyor! Prag, Helmsted, Frankurt gittiği yerlerde cehalete karşı savaşıyor. Her yerde alçaklığı altediyor, küstahlığa gem vuruyor bu cahilliği açığa çıkarmaya çalışıyor, her nereye baksa türlü (Farklı) düşünenlere karşı bir hoşgörüsüzlük toplumsal bir hastalıktı sanki! Her yerde hafiyeler, iki yüzlüler ve tarihin çarkını durdurmaya çabalayan kalın kafalı insanlar görüyordu. Hiç bir yerde özgür düşünceye yer olmadığına göre yurdundan ayrılmaya değermiydi. Bruna insanlığı sayıyordu. Ama yinede yurdu bütün ülkelerden azizdi İtalya’ya döndü. Ölecekse de yurdunda doğduğu göğün altında ölmek istiyordu. Kendisine karşı yapılan vaadlere inanan Bruno Venedik’te pusuya düşürülmüştü. Venedik’te kendisini kurşun damlı bir zindana hapsettiler. Bruno bir gün sorgulamaya çekilir. Elleri arkasında bağlı, bir yerde kanepede oturuyordu. Başlarında baş engizitör yargıçlar bulunuyordu. Başlangıçta sorgu ve arkasından işkenceler başladı.
“Engizitörler (İşkenceler) insan iradesini işkenceyle kırma yollarını bilirlerdi. Bu başlıbaşına bir sanattı. Herşeyden önce (Sorguda) mahkumun elleri iple bağlanır. Düğüme bir evbuk geçirilir. Sonra doğruyu söylemesi teklif edilir. Mahkum reddederse çabuk döndürülerek elleri sımsıkı sıkılırdı. Bu durum beş, on, yirmi beş defa tekrarlanır. Mahkum konuşmamaya inat ederse hüçreye su dolu kovalar ve biz mangal getirilir bu sefer su ve ateş’le işkencelere geçilirdi.
Mahkumun ağzına bir kova su dökülür ölürse suç kendisinin denirdi. Daha sonra mahkumun yüzü kızgın demirle dağlanır “Suçunu kabul etmeyene merhamet yok” denirdi. Böyle yapılan işkencelerin sonu gelmezdi. Kilise babaları engizitörler geceyi gündüzü zindanda geçirir orada yer içerlerdi. Hapishane onlara ev işkenceler de onlara eglence olurdu.
Bruno’ya da tamı tamamına şehir hafta boyunca (Yani iki ay) böyle işkence edilmişti. Vücudunda (Hiç bir yerinde) hayır kalmamıştı. Ve Bruno daha sonra Roma’ya nakledilir.
-Devam Edecek-