Uygarlık dediğimiz toplumsal yapıda, sınıfların oluşmaya başlamasıyla birlikte işbölümü ve bu işbölümü sonucunda insanlar arasında ortaya çıkan değişim ve bu iki olgunun oluşmasıyla birlikte meta üretiminin gelişmesi ve bu durumun meydana getirdiği altüst olur, önceki toplumu (ilkel komünal toplumu) temelinden sarsan bir toplumsal gelişme aşamasıdır.
Uygarlık aşamasından önce ortaklaşa yapılan bir üretimdi. Bu geniş komünal topluluklar içinde ürünlerin doğrudan doğruya paylaşımıyla yapılmış olduğu için üreticilerin kendi ürettikleri ürünleri üzerinde kendilerinin egemenliklerini olanaklı kılıyordu. Üreticiler kendi ürettikleri ürünün ne olduğunu bilirler. Ürünü tüketirler ve “ürün ellerinden çıkmaz ve üretim bu temel üzerinden yapıldıkça üreticilerin denetiminden kutulamaz.” (…)
“ama işbölümü yavaş yavaş bu üretim süreci içine sızar ve üretim ve sahip olma ortaklığının kuyusunu kazar. Bireysel sahip olmayı egemen kural durumuna yükseltir ve böylece bireyler arasındaki değişimin doğmasını sağlar. Bunun ne biçimde olduğunu daha önce inceledik. Yavaş yavaş meta üretimi egemen biçim durumuna gelir.”
Meta üretiminin gelişmeye başlamasıyla birlikte sınıflar da oluşmaya ve kapitalist sistemde giderek gelişmeye başlar.
“Meta üretimiyle üretim artık kişisel tüketim için değil, değişim için yapılır. Ürünler zorunlu olarak el değiştirirler. Üretici değişimde ürününü elden çıkarır, bundan ötürü artık ne olacağını bilmez. Paranın ve parayla birlikte üreticiler arasında aracı olarak tüccarın işe karışmasıyla değişim süreci daha karışık, ürünlerin yazgısı daha belirsiz bir duruma gelir. (…) Ve günümüzde de ürün üreticiye egemendir. Günümüzde toplam üretim ortaklaşa hazırlanan bir plana göre değil, kendini en sonunda devirli ticari bunalımların, fırtınaları içinde doğal bir yıkım şiddetiyle kabul ettiren yasalar tarafından düzenlenir. (…) İnsan da bir meta olabilir; eğer insan köle durumuna getirilirse insan gücü, değişimi ve sömürülmesi olanaklı bir şey olur.
İnsanlar daha değişim başlar başlamaz, bizzat kendileri de değiştirilebilir oldular. İnsanlar bunu istesin istemesin aktif, pasif durumuna geldi.
Toplumun; bir sömüren ve bir de sömürülen sınıf biçimindeki ilk büyük bölünüşü en yüksek gelişmesine uygarlık çağında erişen kölelikle birlikte meydana geldi. Bu bölünüş bütün uygarlık dönemi boyunca sürüp gitti. Kölelik ilk sömürü biçimidir. Antik dünyaya özgü bir biçimdir. Onun yerine Ortaçağ’da servay (toprak bentlik), modern zamanlarda da ücretlilik (salariat) geçer. Bunlar uygarlığın üç büyük çağını belirleyen üç büyük kölelik (servitude) biçimidir. Kölelik önce açık ve sonra da az gizli, uygarlığın bütün devirlerinde varlığını sürdürür. Engels. Ailenin Özel mülkiyeti ve Devletin Kökeni. Sayfa:179,180,181.
Gene sınıfların oluşmaya başlamasıyla birlikte ticari üretim iktisadi bakımdan topluma egemen olmaya başladı ve parayla birlikte sermaye hareketliliği, faiz ve tefeciliğin (vurgunculuğun) artması aracı sınıf olarak tüccar sarmalının aratması özel toprak mülkiyeti ve ipoteğin yaygınlaşması ve giderek üretimin egemen gücü olarak köle çalışmasının sahneye çıkmasıyla birlikte egemen gücün (sınıfın) devleti, ezilen, sömürülen sınıfı kendisine bağımlı hale getirdi. Gene bu dönemde ezilenlerle ezenler arasındaki sınıf çatışmaları giderek keskinleşmeye başlar ve bütün toplumsal işbölümünün temeli olan köy ile kent arasındaki sınıfsal çelişkilerin bariz bir şekilde görülmeye başlaması, mülk sahibine sahibine öldükten sonra mallarını istediği gibi kullanma olanağı veren vasiyetnamenin ortaya çıkması. Gene bu dönemle ilgili paraya, mala-mülke tapma, para ve mülk edinmenin (bireysel olarak) insanların özel ihtiraslarını nasıl pompaladığını ve üretime, pazara,sermayeye hakim olanların, olmayanlar üzerindeki baskısını Engels şöyle dile getirmeye çalışmaktadır! Ona göre: “ Bu örgütlenmeyi temel olarak alan uygarlık, gentilice toplumun hiçbir zaman yetenekli olmadığı çok şeyler yaptı. Ama bunları insandaki en iğrenç içgüdü ve tutkuları harekete getirerek ve bu iğrenç içgüdü ve tutkuları insanın bütün öbür yetenekleri zararına geliştirerek yaptı. Uygarlığın ruhu, ilk gününden günümüze kadar yalınkat bir açgözlülük oldu. Onun tek ereği zenginlik, gene zenginlik ve hep zenginliktir. Ama toplumun zenginliği değil, su bayağı ,bireylerin zenginliği. Eğer rastlantı sonucu bilimin artan gelişmesi ve çeşitli dönemlerde sanatın en göz kamaştırıcı çağları uygarlık içinde görüldüyse, bunun tek nedeni bilim ve sanat olmaksızın zamanımız zenginliklerinin tamamen elde edilmesinin olanaklı olmamasıdır. Ve devam eder Engels.: Uygarlığın temeli bir sınıfın bir başka sınıf tarafından sömürülmesi olduğundan bütün gelişme sürekli bir çelişme içinde oluşur. Üretimdeki her ilerleme aynı zamanda ezilen sınıfın, yani büyük çoğunluğun durumunda bir gerileme belirtisidir. Kimileri için bir iyilik olan şey, başkaları için kesin kez bir kötülüktür. Sınıflardan birindeki her yeni kurtuluş öbür sınıf için yeni bir baskıdır. Sonuçları bugün herkesçe bilinen makineli üretimin ortaya çıkışı bunun en çarpıcı kanıtını verir. Ve gördüğümüz gibi halklarla ödevler arasındaki ayrım barbarlarda belirsiz henüz belli belirsiz olduğu halde uygarlık, sınıflardan birine hemen hemen bütün halkları, öbürüne ise tersine hemen hemen uygarlık bütün ödevleri vererek ikisi arasında var olan ayrım ve karşıtlığı hatta en yeteneksiz birine bile açıkça gösterir.
Ama olması gereken bu değildir. Egemen için iyi olan şey, egemen sınıfın kendisiyle özdeşleştiği bütün toplum içinde iyi olmalıdır. Öyleyse uygarlık ilerledikçe kaçınılmaz bir sonuç olarak meydana getirdiği kötülükleri, iyilikseverlik örtüsüyle örtmek, telleyip pullamak ya da yadsımak, uzun sözün kısası ne geçmiş toplum biçimlerinde, hatta ne de uygarlığın ilk aşamalarında bilinene danışıklı bir ikiyüzlülüğe bürünmek zorundadır. Bu ikiyüzlülük en aşırı derecesini son olarak şu olumlamada bulur: Ezilen sınıf, işverenler sınıfı tarafından yalnızca sömürülen sınıf yararına sömürülmektedir. Eğer sömürülen sınıf bundan hoşlanmaz ve hatta direnmeye dek de giderse ve hizmetlerine, sömürücülerine karşı nankörlüklerin en katmerlisi olur bu.
Ve bitirmek için işte Morgan’ın uygarlık üzerindeki düşüncesi:
“Uygarlığın doğuşundan beri servet artışı o kadar büyük , servet biçimleri o kadar çeşitli uygulaması o kadar geniş ve mülk sahipleri yararına yönetimi o kadar becerikli oldu ki, bu servet halk karşısında gemlenmesi olanaksız bir güç haline geldi. İnsan aklı, kendi öz türetimi önünde şaşkın ve eli-kolu bağlı duruyor. Ana gene de insan aklının servete egemen olmak için yeter derecede güçlü olacağı, devlet ve devletçe korunan mülkiyet ilişkilerini olduğu kadar, mülk sahiplerinin haklarının sınırlarını da saptayacağı zaman gelecek. Toplum çıkarları özel çıkarları kesin kez daha önemlidir ve bunların adil ve uyumlu bir ilişki içine konmaları gerekir. Eğer ilerleme geçmişin yasası olmuş olduğu gibi geleceğin de yasası kalacaksa, alelade servet avcılığı insanlığın değişmez alın yazısı değildir. Uygarlık sabahından beri geçen zaman insanlığın geçmiş varlığının çok küçük bir parçasından insanlığın önünde olan zamanın çok büyük bir parçasından başka bir şey değildir. Toplumun yıkılması, tek amacın zenginlik olduğu bir tarih döneminin sonu olarak tehdit edici bir biçimde önümüzde dikiliyor. Çünkü böyle bir dönem kendi yıkılış öğelerini, kendi içinde saklar. Yönetimde demokrasi, toplumda kardeşlik, halklarda eşitlik, genel eğitim toplumun gelecekteki yüksek aşamasının başlangıcını gösterecekler. Deney, akıl ve bilim durmadan buna çalışıyor. Bu antik genslerdeki özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin, yeniden ama üstün bir biçim altında canlanışı olacak.” Morgan, Ancient Society. Sayfa:552. Engels: Ailenin Özel Mülkiyeti ve Devletin Kökeni, Sayfa:182-183.
“ Devlet, doğası icabı bir sır küpüdür. Vatandaşlarına koklatmadığı, asla koklatmayacağı, “onların iyiliği için” onlardan gizli tutacağı akitler, kayıtlar üstüne inşa etmiştir gücünü “Diyor Yıldırım Türker! Ben de diyorum ki; binlerce yıldan beri (sınıflı toplumlardan bu yana) hem de vahşice, barbarca, despotça ve despot olduğu kadar da acımasız bir sır küpüdür. O esas olarak illegal (gizli) ve aynı zamanda da en üst düzeyde örgütlü ve güçlü bir kurumdur. Kuruluş ve çalışma biçimi esas olarak illegaldir; ama onun göstermelikte olsa legal kurumsal yapısı da mevcuttur.
Egemen sınıflar, sınıf yapıları gereği varları yokları (sömürüyle) elde ettikleri servetlerinin, bu gizli, kasalarda saklı paralarının üzerlerine nasıl oturup oturulmayacaklarının hesaplarını yapmanın peşinde koşmakla geçirirler bütün ömürlerini! Asla ve aşla onlara kendilerinden başkası da kınamaz!! Dokunulması da mümkün değildir, onlar iktidarda oldukları sürece!!
Sınıf olarak egemen olmaları ve egemenliklerini sürdürüp sürdürmemeleri de bu sırdaş (çok gizli) kasa hesaplarına başlı oluşlarıdır!!
Ancak onları bu sırdaş hesaplarının üstünden alaşağı etmedikçe, servetlerinin ve bu sırdaş kasaların toplumsallaştırılması asla ve asla mümkün değildir!! Hiçbir zaman içinde mümkün olmayacaktır !!!