(...) Sınıfsız ilkel komünal toplumda (sömürücü sınıfların olmadığı bir toplumda) paylaşımcılık vardı. Yani insanlar ihtiyaçları kadar üretip, ihtiyaçları kadar tüketiyorlardı! Ne zaman ki ortaya sömürücü sınıflar çıktı; bunlar üretmedikleri halde başkalarının ürettikleri artı değerleri kendi sınıfsal çıkarları için kullandılar ve bir daha da toplumda toplumsal paylaşım olmadı; ta ki sosyalist sisteme geçilene dek!!!
Sırasıyla köleci topluma egemen olan köle sahipleri, daha sonra da feodal toprak beyleri ve günümüz kapitalistleri emek güçleriyle değer yaratanları hiçbir zaman için insan yerine koymadılar1 onlara ölmeyecekleri kadar yiyecek verip, bütün yaşam haklarını gasp ederek onları siyasetin, paylaşım ve devlet işlerinin dışında yaşamaya ittiler. Oysaki, sömürücü sınıflar kendi egemen düzenlerini her zaman zorbalık kullanarak sürdürmüşlerdir. Onlar her zaman paraya, mala, mülke taptılar ve parayı, malı, mülkü elde etmek için kendi dışındakileri vurdular, kırdılar, astılar, kestiler ve yok etmek, sindirmek için çalışıp çabaladılar.
Dünyada böyle bir ortamın oluşup gittiği 1800’lerden sonra, yani kapitalizmin dünyada gelişmeye başlamasıyla birlikte kırdan kente göç kaçınılmaz hale geldi ve kapitalizmin en gelişmiş ülkelerinde İngiltere ve Fransa’da belediyecilik gündeme geldi.
Bizde de kapitalizmin (bağımlı) hızla gelişmeye başlaması 1980’den sonra yerel yönetimler kapitalistler tarafından rant paylaşımı alanları olarak yerel yönetimler gündemin ilk sırasını teşkil etmeye başladı.
19. yüzyıldan itibaren Avrupa’da köylülüğün çözülmeye başlaması (kırdan kente göç) kentlerde yoksulluğu artıran toplumsal çözülmelerin siyasal patlamalara neden olacağı gerekçesiyle gerekli reformcu (reformist önlemler) önlemlerin alınmasıyla kentlerdeki siyasal hareketlerin hafifletilmesi konusu ABD ve İngiltere’de işverenlerin öncülüğünde fabrika kentlerin kurulması, bahçe-kent hareketi ve günümüzdeki çevreci akımların bir bölümünü bunlara örnek olarak gösterebiliriz.
Burjuvazi ta 19. yüzyılda oluşmaya başlayan sanayi kentlerini kendi sınıfı için ve kurulu düzeni için tehdit unsuru olarak görmeye başlamıştır. Bizler de çağın kentleşmesini kapitalist üretim sisteminin bir parçası, bir alanı olarak görmemiz gerekir.
Onun için gerek uluslar arası gerekse de ulus içi burjuvazinin birinci derecede sömürü alanı kentsel yaşamdır. Bu gerek üretim gerekse de tüketim için bulunmaz bir pastadır.
Castelis’e göre: “Kent ve kentsellik özde ideolojik içeriğe sahip kavramlardır. Bu görüş mekanın biçimlenmesinin, kentsel yaşamın ve kent sorunlarının ancak kapitalizm ile kentsellik arasındaki ilişkiler çerçevesinde anlaşılabileceğini varsayar. Yani nasıl kapitalist üretim biçiminde fabrika üretiminin kaynağı ise kent te emeğin yeniden üretilmesini sağlayan sürecin kaynağıdır. Bir başka deyişle, üretim birimleri nasıl üretim araçlarının yeniden üretilmesini sağlıyorsa, kentlerde emeğin yeniden üretimini sağlarlar.”
Kapitalist burjuvazi her zaman emeği ve ondan nasıl en iyi şekilde yaralanabileceğinin hesaplarını ekonomik, siyasi, ideolojik ve örgütsel olarak yapar. Bunu sağlayacak olanın da en önemli unsurunun temel tüketim araçlarının olduğunu elden bırakmaz. (Devam edecek)