A.lerin yerleştiği çadır ile H.gillerin yerleştiği çadırlar arasında arktan sonra iki çadır vardı
Eşyaların yerleştirilmesini beklemeden A. ile H. hemen buluştular. Obadaki diğer çocuklarla buluştular. Obada oynadıkları oyunlardan bazılarını oynamaya başladılar. O dönemde futbol oynamak bilinmezdi. Bilinse bile ne oynayacak bir top ne de top oynamaya elverişli bir alan vardı. Uzun eşek, uzun atlama, ara kesme, çoban-kurt oyunu, sayı oynama. En çok oynananı da sayı oyunuydu. Boş kibrit kutularının geniş yüzleri itinalı bir şekilde yırtılır. Resimli yüzü en kıymetli, resimsiz olan kısmı az kıymetli, iç kutunun yüzü de önemsiz bir değer olarak kabul edilir. Bu kağıtlarla çeşitli utmaca oyunlar oynanırdı. Bazı çocukların cebi toparla kibrit kutusu kağıdıyla dolu olurdu. Oyunlarda en kârlı çıkanların ve bol sayısı olanların bir havası olurdu. Sayısı olmayan bazı oyuncular, sayı kağıdı çok olanlardan ödünç alırlardı. oyunları yüzünden çocuklar arasında bazı ufak tefek atışmalar yaşansa da küslük uzun sürmezdi. İlk başlarda ilginç gelen bazı oyunlar, daha sonraları bıkkınlık vermeye başladı. Günler, haftalar benzer şekilde geldi geçti.
Obadakiler ait iki büyük koyun sürüsü vardı. Bu sürüler, dört çoban tarafından nöbetleşe otlatılırdı. Her sürüde üçer tane çoban köpeği bulunurdu. İki tanesi Kangal köpeği imiş. Dik kuyrukları, boyunlarında ürkütücü tasma ve muhteşem yürüyüşleri ve duruşlarıyla, görenleri gerçekten etkiliyorlardı.
Çadırların hemen alt tarafında sürüler için hazırlanmış sağım yerleri, tuzlama taşları ve yatak yerleri bulunuyordu.
Çadırların önündeki arkların kenarında, her çadıra ait düzenlenmiş yerler vardı. Aileler, sütlerini, yağlarını, yoğurtlarını… uygun kaplara koyar, kapağını sıkıca kapatır, arkın soğuk sularının içine bırakırlardı. Bu arklar bir anlamda buzdolabı görevi görüyordu.
Et, süt, yağ, yoğurt, kaymak, çökelek, yün… alabildiğine boldu obada.
Bazı çadırların arasına çamaşır asılır gibi kesilen koyunların kemikli kısımları asılır, kurutulur, ovaya döndüklerinde de kışın pişirip yerlerdi.
İpte et kurutulması ilk kez görenlere bu manzara acayip gelebilir. Sinek konar, kokar, mikrop kapar falan sanılır. Oysa yayla yerinde böyle bir şey yaşanmazmış. Çünkü sinek yoktu. Atmaca, karga gibi kuşlarda yaklaştırılmazdı. Güneşte kurutulan etler, kışın pişirildiği zaman, hem ilk kesildiği gibi taze hem de lezzetli olurmuş.
* * *
Obaya geldikleri günden beri her iki arkadaşın akıllarından çıkaramadıkları biri vardı: M. Her iki arkadaş da sık sık arkadaşlarının adını anıyor, “Ah keşke M.’de burada olsaydı…” diyorlardı.
Bir gün akıllarına bir fikir geldi:
M’i de çağırırlardı yaylaya.
Gelir miydi acaba ?
Peki gelse bile kiminle gelecekti?
Ta ovadan buraya…
Tek başına gelinmez ki?
Obaya gelecek bir komşuyla belki beraber gelebilir?
Öyle de oldu. Zaten M. de yaylayı görmek istiyormuş.
Birkaç gün sonra bir ikindi vaktinde, M.’i ansızın karşılarında gördüler. A. ile H.’nin sevincine diyecek yoktu. Sevinçleri yaylaya sığmıyordu sanki. Tekrar tekrar sarılıp öptüler arkadaşlarını. Üçüncü ayağı da gelmişti arkadaşlığın. Böylece içlerindeki noksanlık tamamlanmış oldu.
Obanın az ilerisinde bir ağacın altına oturup, gece geç saatlere kadar oturup sohbet ettiler. Konuşacak ne kadar çok şeyleri varmış meğer.
O gece üçü bir yatakta beraber yattı.
Sabah olunca da erken kalktılar. M.in gelmesiyle birlikte A. ile H.’a da kendine güven geldi. Kahvaltı yaptıktan sonra en yakınlarındaki dağdan kar getirmeye gittiler. Nerden çıkacaklarını bilmedikleri için ufak tefek tehlikeler atlattıktan sonra karın olduğu yere ulaşabildiler. Oysa dağa çıkmanın çok daha kolay ve zahmetsiz yolu vardı. Bakraçlarını karla doldurup obaya döndüler.
Keklik yuvası arama, karanfil kökü toplama, dağ armudu yeme, alıç toplama, boğazın başındaki çeşmeye oturup kar suyu içme gibi e çeşitli eğlenceler buluyorlardı.
Daha birkaç gün öncesine kadar geçmek bilmeyen zaman, şimdi yetmez olmuştu.
Bir gün obadan epey uzağında dağ armudu ağacı gördüler. Koşarak ağacın yanına vardılar. Tahmin ettikleri gibi ağacın üst dallarında tek tük armut vardı.
(Devamı Var)