Kasabadaki sürü sahibi bazı komşular yaz geldiğinde uzak yerdeki yaylaya göçerlerdi. Yaylacılar, okullar kapanmadan bir iki hafta önce yaylaya çıkarlar, güzün ortalarına doğru geri dönerlerdi.
O yıl. A. (Gözü Kara) ile H. (Sakin)’nın aileleri, aralarında konuşmuşlar ve ilk defa yaylaya gitmek konusunda ani bir karar vermişlerdi.
Ne sürüleri, ne çadırları, ne de yaylada yerleşecekleri bir yerleri vardı. Hatta sürekli yaylaya giden komşularına bile yaylaya gitme konusunda da hiç bahsetmemişlerdi.
Üç arkadaşı daha şimdiden bir ayrılık hüznü sardı. A. ile H. yaylada hep yan yana olacaklardı ama M.’den uzun süre ayrı kalacakları için üzülüyorlardı.
İki Aile, yanlarına birkaç kap kacak, bir iki sergi, bir iki yatak, döşek… un, bulgur, yiyecek, içecek öteberi aldılar. Atların ve eşeklerin sırtına yükleri sardılar. Önlerine de ineklerini, danalarını katıp, yayla yoluna koyuldular.
Dağlar, tepeler aştılar. Çaylar, dereler geçtiler. Dere kenarlarında mola verdiler, çeşme başlarında konakladılar. Bodur ormanlardan, bağ-bahçe kenarından, kıraç arazilerden, dar boğazlardan geçtiler. İkinci günün öğle vakti , yaylacıların Yaz Yurdu dedikleri yaylalığa vardılar.
Yaz Yurdu denilen bu yer, yüksek, başı karlı dağların ortasında avuç içi gibi duran, üç dört saha büyüklüğünde yeşil mi yeşil bir araziydi.
Oba; kıldan örülmüş, bazıları yamalı 12 geniş çadırdan oluşuyordu. Biraz daha ileride Damlar denilen yerde, taştan yapılmış çatısız ve penceresiz, harabe gibi görünen dört beş tane ev bulunuyordu. Evlerin hemen alt yanında ağaçlar, ağaçların hemen berisinde kuru çalılarla çevrilmiş sebze bahçeleri vardı.
Obanın sakinleri, gelen komşularını ta uzaktan tanıdılar. Akıllarından ve hayallerinden bile geçirmedikleri bu manzara karşısında oldukça şaşırmışlardı.
Obalılar, gelen komşuları çadırların ilerisinde karşıladılar. Birbirlerine sarılıp hoş beş ettiler.
Birkaç akranı gelip A. ile H.’ya samimice “hoş geldin” dediler, sarılıp birbirlerini öptüler.
Yeni konuklar, doğrulayıp obalarına gelmişlerdi. Neden geldiklerini, nereye gittiklerini hiç sormadılar.
Çok sevdikleri insanlara yıllar sonra kavuşmuşlar gibi samimiyetle birbirlerine sarıldılar, hasret giderdiler sohbet ettiler.
Biraz hoş beş sohbetten sonra, ova komşularının yanlarına yayla yaylamaya geldiklerini öğrendiler. Gelenlerin yüklerinden çadırsız geldikleri belli idi. Obadan hiç kimse, “çadırı nerden bulacağız”, “kimin yanına yerleşeceksiniz”, “Ne kadar kalacaksınız…” gibi hiçbir soru sormadıkları gibi ima da etmediler
Yani bir oda içinde iki ailenin yaşaması gibi bir çadır içinde iki aile yaşayacaktı. Hem de üç ay boyunca. Hem de dilleri ve mezhepleri farklı olduğu halde.
Obadaki hiç ama hiçbir kimseden, ne bir homurtu, ne bir şikayet, ne de bir olumsuzluk asla olmadı. Hemen herkes, yeni konukların kendi çadırlarına yerleşmesinden memnun olacaklarını açıkladılar.
Obanın yetkilisi durumunda olan ve sözü dinlenen yaşlı bir adam, hiç kimsenin farkında bile olmadığı kısa bir zaman dilimi içinde, bu iki ailenin ayrı ayrı yerleşeceği iki çadır ayarlamıştı bile.
Arazinin ortasından geçen ve su değirmeni arkını andıran Y harfi şeklindeki büyük ark, oba çadırlarını üç parsele ayrılmış görüntüsü veriyordu. Sağdan ve soldan gelen V harfine benzer arklar, obanın tam ortasında birleşiyor ve aşağıdaki dereye doğru akıyordu. Arktan akan sular içilecek kadar temiz, yeni erimiş kar gibi soğuktu. Taşların altına gizlenmiş büyük kıskaçlı renkli yengeçler görünürdü. Arkların üzerine merdiven şeklinde yapılmış köprücükler vardı. Arkın her iki kıyısında, ısırgan otu denilen gür bir otun yanı sıra çok değişik gür otlarla doluydu.
Aile nüfusu seyrek olan iki çadırda, yeni gelenlere hemen yer açıldı. Çadırı iki eşit parçaya bölecek şekilde ortaya bir büyük çarşaf gerildi. Yeni konuklardan biri bu çadıra, diğeri de başka bir çadırda; kendilerine ayrılan yere, eşyalarını yerleştirmeye başladılar
Çadır; geniş bir evsin şeklinde çevrilmiş taş duvar üzerin sabitlenmiş. Duvarın dış tarafında bir uçtan diğer uca, etrafa çakılan demir kazıklara bağlanarak sağlamlaştırılmış. Ön ve arka taraflara dikilmiş orta uzunlukta direkler. Orta yerin sağında ve solunda , ortadaki direğe nazaran biraz daha kısa direklerle gerilmiş koca bir şemsiyeyi andırıyordu.
Ova ile yaylanın iklimini kıyasladığında, fırından çıkan bir adamın buzdolabına girmesine benziyor yaylaya gelmek. İyi ki kalın giyeceklerini de beraber getirmişler.
Çadırlarda aydınlanma aracı olarak fanus denilen gaz lambası kullanılırdı. Ateş tutuşturmak için de ya muhtar çakmağı denilen benzinli çakmak ya da kibrit kullanılırdı. Ekmek ve yemek ise dulda yerlere yapılmış ocaklarda pişirilirdi.
(Devamı Var)