(İdeolojik Öykü)
Üç yanından dere, ırmak ve çay akan Düzova kasabası, Cumhuriyet sonrası kurulmuş bir köydü. Kuzey yanındaki tepelere sırtını dayamış, eteğini güneydeki ırmağa doğru uzatmış gibi bir görüntü veren bu ova, bölgenin en güzel, en düz, en verimli ovalarından biri durumundaydı. Tepelere çıkıp ovaya baktığınızda, açık kahverengi bir deniz seyrettiğinizi sanırsınız.
İki vilayeti birbirine bağlayan demiryolu bu köy yerinin kıyısından geçiyordu. İlk başlarda bu yörede üç tane istasyon binasından başka ev yokmuş. İstasyon binalarının çevresinde yeni oluşturulmuş bahçelerdeki yeni fidanlar göze çarpan tek yeşillik.
Cumhuriyeti kuranlar, buranın ileride önemli bir yerleşim bölgesi olacağını düşünmüş olacaklar ki, çok önceden kadastro memurları göndermişler ve yerleşim alanını çağdaş bir planlama ile yerleşime hazırlanmış.
Merkezi yere hemen bir karakol yapılmış. Az ilerideki geniş bir arsa, okul yeri olarak belirlenmiş. Beri taraftaki diğer geniş araziye de cami yapılacağı söyleniyordu.
Düzova’da devletin toprak dağıttığını duyan dağ köylerindeki topraksız aileler birer ikişer buraya göç edip buraya geliyordu.
O günün devlet görevlileri, gelenlerin diline, dinine, ırkına, mezhebine bakmaksızın, herkesin alım gücüne ve ailelerin nüfus durumuna bakarak, az bir para karşılığında her aileye ev yeri ve tarla satıyordu.
Kısa denilecek bir zamanda küçük bir köy çıktı ortaya.
Ovanın fazla sıcak olmasına dayanamayan ve suyun yetersizliğinden yakınan bazı aileler, aldıkları ev yerlerini başka ailelere satarak geri döndüler.
Yeni komşular birbirleriyle çabuk kaynaşıyor, dost oluyor, ihtiyaç duydukları bazı şeyleri hiç tereddütsüz karşılıklı paylaşıyorlardı.
Yaşanan ufak tefek bazı sorunlar ise araya girenler sayesinde tatlıya bağlanıyordu. İş büyüyecek olursa jandarma olaya hemen müdahale ediyor, sorun fazla büyümeden çözülmüş oluyordu.
Örnek bir köyde, örnek bir yaşantı başlamıştı. Bu huzurlu yaşantıda bazı gençlerin önemli rolü vardı.
Hele yeni yetme bazı gençler arasındaki bu dostluk ve samimiyet görülmeye değerdi.
Hikayede adları geçen üç yoldaş, sırdaş, candaş, herkese örnek arkadaş işte böyle bir kasabada tanıştılar.
Üç arkadaş… Beyin beyine, yürek yüreğe, ,… üç candan yoldaş.
Kan kardeşliğinden de ileri bir bağlılık.
Ağlarken gözyaşları, gülerken kahkahaları birbirine karışacak şekilde yakınlık…
Bir nesnenin en sağlam üç ayak üzerinde durması gibi…
Her bir ayak da sağlam, güvenilir.
Dikkat ederseniz tüm arkadaşlıklar genellikle üç kişiden oluşur.
Ve genellikle bu arkadaşlardan biri ince, uzun; biri orta boylu, şişmanca; bir diğeri de boy ve kilo bakımından diğer iki arkadaştan biraz farklı olurlar.
Bu üç candan arkadaşın isimlerini vermeyeceğim sizlere. O dönemde geçerli olan lakaplarının yanına isimlerinin sadece baş harflerini ekleyerek anlatmak daha uygun olacak.
M; yaşça diğer iki arkadaştan daha büyüktü. İki sınıf önde okuyordu. Diğer iki arkadaşa göre daha okumuş, daha bilen ve yaşça da büyük olduğu için ister istemez bu üçlünün lideri konumundaydı. Çoğu kez ismiyle değil de küçükken fazla toprak yediği için “hastalıklı” anlamına gelen ‘Çorlu’ lakabıyla tanınırdı. Daha sonraları o lakap unutuldu gitti.
İkinci arkadaş, A. ‘Gözü Kara’ olarak bilinirdi. Gözü Kara denmesinin sebebi gözünün kara olmasından değil; yetim büyümesindendir. İki yaşındayken babası vefat etmiş. Ailenin büyükleri ve yakın komşuları, bu küçücük yavruyu ‘babasının yadigarı’ olarak gördüler. El üstünde büyütüldü, korundu. Bu nedenle biraz şımarık biraz cesur, biraz da atılgan olunca, ‘gözü kara’ olarak tanındı. Birkaç yıl sonra onun da lakabı unutuldu ama gözü karalığı devam etti.
Üçüncü arkadaş H. Çok ‘sakin’ olarak bilinir. Aslında hiç de sakin biri değildi. Diğer iki arkadaşa göre sakin sayılırdı. Bazen sözü dinlenmese de ilginç fikirleri olurdu.
Bu üç arkadaş hiçbir zaman birbirlerini asla lakaplarıyla çağırmadılar. Aralarında bazen yaşanan anlaşmazlıkları ise genellikle it dalaşı gibi başlar, fazla da uzun sürmezdi.
Bu üç kafadarın samimiyeti herkes tarafından çabuk fark edildi.
Bir çok örnek davranışlarından dolayıdır ki, kasabadaki çocuklar içinde hep ‘örnek arkadaşlık’ olarak gösterildiler.
Gece yatacakları zaman ayrılırlar, sabah uyandıktan sonra da hemen buluşurlardı.
Ot biçmeye, sap toplamaya, hayvan otlamaya, çiğdeme, kengere, bağa, bostana, dağa, dereye… çoğu kez üçü beraber giderlerdi.
Bu üçlünün nadiren de olsa ikili olarak görüldüğünde, hemen “diğer arkadaşınız nerde” sorusu sorulurdu.
(Devamı Var)