Atatürk’e bir gazeteci sorar; “ neden malınızı ve mülkünüzü milletinize bağışladınız” diye. Atatürk’ün verdiği cevap: “Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır.” Diye cevaplandırmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in de hiç serveti olmadı. Şimdi bakıyorsunuz da dinlerini, imanlarını, onurlarını, haysiyetlerini, vatanlarını pazarlayan hortumcuların korkunç servetleri daha da büyürken, onları seçen zavallılar ise çöp tenekelerinden beslenir duruma geldiler. Hortumcular ve vatan satıcıları örnek almak yerine Kara Fatmaları ve Mustafa Kemalleri örnek almak zorundayız. Asıl o zaman şerefli, haysiyetli, onurlu, özgür ve refah içinde kalkınmış oluruz. Ne yazık ki kitaplarımızda Mustafa Kemallere, Kara Fatmalara değil de bölücü, hain, yobaz, işbirlikçi, teslimiyetçi, satılmış kişiliksiz insanlar ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Atatürk diyor ki, “ Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur. Bu nedenle geçmişimizi ve milli tarihimizi bizlere unutturmaya çalışıyorlar. Tarihi unutan insanlığını da unutur.
Bir gazeteci Atatürk’e sorar “size diktatör diyorlar ne dersiniz” Atatürk şöyle bir bakar, “Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra asla canlı kalamazdınız” diyecektir. Emperyalist işbirlikçisi bazıları Atatürk’e “diktatör” diyor(çünkü başka türlü suçlayamıyorlar) bazı aptallar da buna inanıyor.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara’ya hareket edecekler. Trene binenler kompartımana çekilirler. Ertesi gün yaveri Atatürk’ün kompartımanının kapısını çalar. Aç, yorgun ve bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri, “ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde, niye böylesiniz” der. “Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı, setremi yastık yaptım üşüdüm ben de uyumadım kalktım.” der. Yaveri; “aman paşam! Birimize haber verseydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik” der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap, der ki, “Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgunsunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması.” Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Hâlâ diyebilen varsa, onların mayası bellidir. Hangi diktatör özgürlük ve demokrasiyi öğreten Medeni Bilgiler kitabını yazmıştır. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde “bayrak bir ulusun onurudur” diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir.
İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya Atatürk’ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; “Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır” diyor. En kıdemli profesör o koltuğa oturuyor ve kendisi de tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal. Ankara ve İstanbul illerinden birisine Atatürk adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. Atatürk itiraz ediyor buna ve önergeyi vereni yanına çağırıyor ve aynen şunları söylüyor; “Bir insanın adının dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur.
Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet’i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim” diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir.
Mahmut Sadi anlatıyor: “Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa’ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük Avrupa’ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama şansımı denemek istedim. 150 kişinin içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk “Berlin Üniversitesine gitsin” diye yazmış. Zaman geldi Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi (dağıtıcı) ismimi çağırdı.”Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, bir telgrafın var” telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu. “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alev olarak geri dönmelisiniz.” Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun.”
Mahmut Sadi devam ediyor “Gel de şimdi gitme, git de orada çalışma, dönde bu ülke için canını verme.” diyor. Bunları yazarken ABD’ye kaçan hortumcuların çocukları geldi aklıma. Yazıklar olsun!
(Devamı var)