Geçtiğimiz 18 Temmuz 2022 Pazartesi günü, milyonlarca öğrencinin ve velilerinin büyük bir merak ve heyecanla bekledikleri Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları, nihayet açıklandı. Bir kısım öğrenciler, sınavda başarılı olarak yüksek puanlar elde ettiler. Böylelikle, yıllardır verdikleri emek ve çabalarının karşılığını almış oldular. Ve hedeflerindeki fakülte ve yüksekokullarda okuma hakkı kazandılar.
Bu başarılı öğrenciler ve velileri, ister istemez amaçlarına ulaşmanın haklı gururunu, sevinç ve mutluluğunu yaşadılar. Kolay değil tabii. En iyi koşullarda 12 yıl boyunca süren ve geceli gündüzlü yoğun bir çaba ve uğraşıyı gerektiren zorlu ve pahalı bir süreci mutlu sona ulaştırmayı başardılar. Karşı tarafta ise, gerek sınavlara istedikleri gibi hazırlanabilmek için yeterli ortam ve olanakları bulamama gerek deneyimsizlik gerek ani hastalık ve gerekse de sınav stresi gibi nedenlerle, sınavda başarılı olamamış, istediği puanları alamamış ve hedeflerini yakalayamamış milyonlarca üzgün, kırgın ve mutsuz öğrenci ve bunların velileri bulunuyor. Bu, derinlemesine bir çözümleme yapmadan, sığ bir bakışla ve alaturka bir yaklaşımla “başarısız” sayılanlar cephesinde ise tam bir hayal kırıklığı ve hüzün yaşanıyor. Bence sevinmek için de üzülmek için de henüz çok erken.
Üniversiteyi kazananlar, başladıkları üniversitelerde barınma, beslenme, ulaşım, burs ve niteliksiz eğitim gibi nasıl zorluk ve sorunlarla karşılaşacaklarını ve hangi hayal kırıklıklarını yaşayacaklarını henüz bilmiyorlar? Sınavda başarısız sayılanlar ise, yaşamın ve gelecek günlerin kendilerine nasıl fırsatlar hazırladığı hakkında henüz yeterli fikre ve deneyime sahip değiller? Önlerinde, umutlarını yitirmeden sınavlara yeniden hazırlanmak gibi bir seçenekleri daha var. Unutulmamalıdır ki; bir yıl, bu sistemde iyi bir hazırlık dönemi geçirmek ve başarılı olabilmek için yeterli bir süredir. Acı ama gerçek. Kısa ve net olarak söylemek gerekirse bizim ülkemizde; ne yazık ki, öğrenciyi de öğretim üyesini de veliyi de kısacası üniversite eğitim ve öğretiminin tüm unsur ve bileşenlerini de mutlu edemeyen vasat ve sıradan bir yükseköğretim sistem kuruldu.
Tabii, çok uzun yıllardan beri, bu aynı tablo; kendi kendisini, üç aşağı beş yukarı yine aynı şekilde tekrar edip duruyor. Bizim ülkemizde ÖSYM Sınavları 1965 yılından beri yapılıyor. Taa o yıllardan beri, sınav sonuçları her açıklandığında tüm bir eğitim sistemimiz A’dan Z’ye ve 0’dan en üst düzeye kadar baştan başa tartışılıyor. Ve bu tartışmalar kısa bir süre sonra bir saman alevi gibi küllenerek unutuluyor. Eğitim sisteminde hiçbir değişiklik yapılmadan, her şey eski hamam, eski tas olarak yerli yerinde kaldığı yerden aynen devam ediyor. Bu yıl da yine öyle oldu. Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları açıklandıktan hemen sonra, çoktandır, ekonomik sorunlar, siyasal ve diplomatik problemler arasında adeta unutulmuş ve gündemden düşmüş olan eğitim sorunları, birdenbire öncelikli gündem maddesi olarak ortaya çıkıverdi. Ve çeşitli uzmanlar, siyasetçiler ve eğitimciler tarafından, sınav sonuçlarına ait kamuoyunda çok ciddi eleştiriler yapılmaya, yazılı, görsel ve sosyal medyada, tüm bir eğitim sistemimize ve özellikle de üniversitelerimizde yapılan eğitimin niteliğine ilişkin çok ciddi çözümlemeler ve değerlendirmeler yayımlanmaya başlandı.
Söylemesi ve kabul edilmesi çok zor ve acıdır ama, bu yayınlarda ortaya konulan somut veriler ve istatistiki rakamlar, eğitimde hızla baş aşağıya giden olumsuz gidişatı ve varılan iflas noktasını da açık-seçik, net ve kesin olarak gözler önüne serdi. Bu yargımıza esas olan istatistiki veriler çok geniş ve karmaşıktır ama, somut durumu kısaca özetleyecek olursak; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) hazırlanan 2022-YKS sonuçlarına ilişkin sayısal bilgilere göre, bu yılki TYT sınavına 3 milyon 234 bin 318 aday başvurmuş ve bunlardan 3 milyon 8 bin 287'si sınava katılmıştır. Bu yıl barajın kaldırılmasının ardından TYT'de puanı hesaplanan ve 100 ile üstü puan alan aday sayısı 2 milyon 911 bin 511 olurken; 96 bin 518 aday da 100 puan altında kalarak TYT Sınavından “sıfır puan” çekmiştir. Bu yılki YKS sınavının, belli başlı bazı testlerindeki tüm adayların doğru soru çözme ortalamaları çok düşük kalmıştır.
Örneğin, Türkçe (40 soru) testinde 17,7, sosyal bilimler (20 soru) testinde 7,9, temel matematik (40 soru) testinde 6,9 ve fen bilimleri (20 soru) testinde 3,2. soru doğru çözülebilmiştir. Sınavda soru sorulan ders dağılımlarına göre bu başarısızlık sıralaması böylece uzayıp gitmektedir. Sınav sonuçlarına ilişkin ANKA Haber Ajansı’na değerlendirmelerde bulunan Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay “baraj altında kalan gençlerin” haberlere konu edilmediğini belirterek, 2022 Yükseköğretim Kurumlar Sınavı’nın son yılların en kötü sınavı olarak tarihe geçtiğini belirtmiştir. Sınav sonuçlarına ilişkin açıklamalarını sürdüren Özay, konuya ilişkin olarak ayrıca şu görüş ve düşüncelerini de dile getirmiştir. “2021’deki YKS’ye 2,5 milyon aday katılırken bu yıl sınava katılan öğrenci sayısı 3 milyonu geçmiştir. Ve sınava giren öğrenci sayısında 591.539 kişilik muazzam bir artış olmuştur.
Bu yığılmayla beraber zaten her sene tartışılan kontenjanların iyice yetersiz kalacağını ve birçok gencimiz için hayal kırıklığının kapıda beklediğini açıkça ifade edebiliriz. 96.518 adayın da 100 puan altında kaldığını bir başka ifadeyle TYT’den sıfır çektiğini görmekteyiz. Geçen yılki YKS’de 23.691 olan bu sayıdaki artış, sınava giren aday sayısındaki artışı da katlayarak 4 kattan fazla yükselmiştir. Baraj sistemi varken ‘yetersiz’ kabul edilecek bu adayların, eğer aileleri varlıklıysa şimdi bu puanlar üzerinden diledikleri özel üniversitelere ve diledikleri bölümlere kayıt yaptırabilecek, mezun olabileceklerdir. Dolayısıyla bu bir kelebek etkisine yol açacaktır. Bu gençlerin 5 yıl sonra çeşitli mesleklerde faaliyet göstereceğini düşündüğümüzde ve ülkenin yakın geleceği anlamında aldıkları eğitim süreçleri ve liyakatleri açısından sorunların daha da derinleşeceğini ifade edebiliriz. Bu yılki TYT sınavı, adayların Türkçe konusunda 2018’den bu yana en başarısız oldukları sınav olarak da tarihe geçmiştir. Çarpık eğitim sistemi yüzünden gençler kendi ana dillerinde sorulan 40 sorudan ancak ortalama 17’sine doğru yanıt verebilmiştir.
Oysa anadile hakimiyet kişinin sadece kariyeri için değil meseleleri kavrayışı, kendini ifade edebilmesi gibi hayati becerilerin de temelidir. Verileri değerlendirildiğimizde 2021 yılından 2022 yılına AYT’de ortalama doğru soru çözme oranlarının; Türkçe için 18.404’ten 17.778’e, sosyal bilimler için 8.340’tan 7.992’ye düştüğü, temel matematik ve fen bilimlerindeki netlerin de yine geçen yıllardaki gibi yerlerde gezdiği görülmektedir.” Fazla söze gerek yoktur. Bu sonuç ve değerlendirmeler bizlere, 20 yıllık AKP iktidarı döneminde Milli Eğitimde içine düştüğümüz gerilemenin ve sürüklendiğimiz üzüntü verici iflas tablosunun dip noktalarını açıkça göstermektedir.
Esasen eğitim, okul öncesinden doktora sonrasına kadar bir bütündür. Bu nedenle, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki eğitimin ve öğrenci kalitesinin düşmesi, bu kaynaktan beslenen ve öğrenci alan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’e bağlı üniversitelerde yapılan eğitimin niteliğinin de düşmesine neden olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında; evet 20 Yıllık AKP iktidarları döneminde devlet ve vakıf üniversiteleri sayısı hızla artmış ve 230’u aşmıştır ama, aynı şekilde demokratik, laik, çağdaş ve bilimsel eğitimden de aynı oranda uzaklaşılmıştır.
Bu nedenle, dünyada belli ölçülere ve niteliklere göre yapılan “dünyanın ilk 500 üniversitesi” sıralamasına ne yazık ki Türkiye’den hiçbir üniversite girememektedir. 2022 yılı için açıklanan listede; Türkiye'den sadece 9 üniversite 500-1000 bandında sıralanarak, ilk binde yer alabilmiştir. Koç Üniversitesi ancak (511-520) ve bunun ardından Sabancı Üniversitesi ise kendisine (541 – 550) aralığında yer bulabilmiştir. Bu üniversiteleri sırasıyla Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) (551-560), Bilkent Üniversitesi (591-600), Boğaziçi Üniversitesi (701-750), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), Ankara Üniversitesi, Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi 701–1000 aralığında sıralanarak takip etmiştir.
Bu 9 üniversitenin Türkiye’deki ilk ve temel üniversiteler olması ve sadece İstanbul ve Ankara'da bulunması bir hayli ilginç ve dikkat çekici bir özellik olarak ön plana çıkmakta ve göze batmaktadır. Esasen Türkiye’nin 1930’lu yıllarda yaptığı eğitim devriminden sonra; yükseköğretim kurumlarında gerçekleştirdiği demokratik, laik, çağdaş ve bilimsel eğitim düzeyiyle dünyada bir yıldız gibi parladığı, saygınlık kazandığı dönemler olmuştur. Bütün bu yozlaşma, gerileme ve çöküş sürecine rağmen üniversitelerimiz eğitim ve öğretimlerini hala bu bilimsel birikimin ve geleneklerin mirasıyla sürdürebilmektedirler. Dünyanın en nitelikli ilk 500 üniversitesi sıralamasına İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Hacettepe Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) gibi köklü üniversitelerin girmesi ve öteki taşra üniversitelerinin bu sıralamaya girememesi öyle rastgele bir tesadüf değildir. Ne yazık ki AKP iktidarları üniversitelere nitelik olarak değil nicelik olarak bakmaktadır. Bu nedenle üniversiteler yatay olarak genişlemiş, sayıları çok artmıştır ama, eğitimin niteliği bakımından ise hayal bile edilemeyecek kadar geriye girmiştir. Eski AKP Milletvekilleri ve yöneticileri rektör olarak atanarak üniversiteler tamamen siyasallaştırılmıştır. Üniversiteler mali, yönetsel, bilimsel ve eğitsel özerkliklerini tamamen kaybetmiştir. Boğaziçi Üniversitesi bunun en somut ve en güzel örneğidir. Yeni kurulan üniversitelerdeki on yıllar boyunca sürecek inşaatlar için yapılan ihalelerde kayırılan yandaş müteahhitlere büyük rantlar sağlanmaktadır. Yine bu üniversitelerde Osmanlı dönemindeki Beşik Ulemalığı sistemine benzer şekilde oğul-yeğen, eş-dost, hısım-akraba ve yaren-yoldaş kayırmacılığına dayalı tamamen politik bir kadrolaşmaya gidilmiştir.
Akademik unvanlar, hiçbir akademik formasyon ve liyakat gözetmeden tıpkı bir ulufe dağıtır gibi dağıtılmaktadır. Üniversite ve bölüm kontenjanları gerçekçi bir işgücü planlamasına göre değil, sosyal tercihe göre belirlenmektedir. Bu nedenle üniversitelerimiz diplomalı işsiz üreten diploma matbaaları gibi çalışmaktadır. Nitelikli öğretim üyeleri, tıpkı doktorlar gibi yurt dışına göç etmektedir. Gençler üniversiteleri, öğrenci değişim programları aracılığıyla kapağı yurt dışına atmanın bir aracı olarak tercih etmektedir. Üniversitelerimiz, sözcüğün tam anlamıyla özerliklerini kaybetmişlerdir. Kural son derece basittir. Özerk olmayan bir üniversitede akla ve bilime dayalı, demokratik, laik, çağdaş ve gerçekten bilimsel bir eğitim yapılamaz. Bu nedenle ülkemiz, çok ciddi bir nitelikli eğitim sorunu yaşamaktadır. Ülkemizde vakit geçirilmeden, tıpkı 1930’larda olduğu gibi köklü bir üniversite reformu yapılmalıdır. Yoksa ülkemiz, mevcut olan bilimsel eğitim birikimlerini de tamamen kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır!..
MEÜ. E. Öğr. Gör. Celal TEZEL