DREYFUS DAVASI
1894 yılında Fransa’da üçüncü Cumhuriyet’in siyasal ve toplumsal tarihine damga vuran bir olay yaşanır. Fransa’da Savaş Bakanlığı’nda çalışan Alfred Dreyfus isminde bir yüzbaşı, Fransız ordusunun sırlarını Alman askeri ataşesine satmakla suçlanır ve suçlu bulunarak tutuklanır. Fransız Guyanası açıklarındaki ünlü ceza yerleşmesi Şeytan Adasında ömür boyu hapse mahkum edilir.
Yetersiz kanıtlara dayanan yargılamada izlenen yöntem çok olağandışıdır. Dreyfus’ün suçlamayı reddetmesine ve ailesinin de kendisini yılmadan desteklemesine karşın hem kamuoyu, hem de karşıt bir kesimin başını çektiği Fransız basını, mahkeme kararını ve cezayı olumlu karşılar. Özellikle La libre Parole gazetesi Dreyfus’ü bir hedef simge olarak göstermeye çalışır.
Zamanla kuşkular ortaya çıkmaya başlar ve Dreyfus’ün suçlanmasına neden olan mektubun başka bir subay tarafından kaleme alındığını ortaya çıkaran kanıtlar bulunur. Ve yazıyı yazan kişi görevden alınır. Bu şahsın görevden alınması üzerine elde edilen bulguların üst makamları çok tedirgin ettiği kanısı yaygınlaşır.
Bu gelişmeler üzerine Dreyfus yanlılarının sayısı gittikçe çoğalır. Buna karşın Dreyfus karşıtları birtakım uyduruk söylentiler yayması, bir takım sahte belgeler düzenlenirken bazı belgelerin de hasıraltı edilmesiyle, olay inanılmaz ölçüde karmakarışık bir hale gelir. Mektubu yazdığı anlaşılan şahıs tutuklanır. Bu durum karşısında Dreyfus’ün yeniden yargılanmasını isteyen kesim birden bire güçlenir. Romancı Emile Zola’nın konu ile ilgili bir mektubu gazetede yayınlanır. Dreyfus Davası kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırır ve Fransa karşı iki kampa ayrılır. Sorun, Dreyfus’ün suçluluğu ya da suçsuzluğu gibi kişisel boyutları çoktan aşmıştır.
Davanın yeniden görülmesine bağnaz ve otoriter Dreyfus karşıtları karşı çıkar ve Emile Zola hakkında dava açılır. Zola bir yıl hapis ve 3 000 frank para cezasına çarptırılır.
Çok kısa bir süre içinde Deryfus yanlıları gittikçe çoğalır. Yazıyı yazan kişi, suçunu itiraf ettikten sonra intihar eder.
Dreyfus Davası’nın yeniden görülmesi artık kaçınılmaz olur. Suçlu bulunur ama cumhurbaşkanı tarafından affedilir. Daha sonra tamamen aklanır ve hakkındaki bütün mahkumiyet kararları bozulur. Rütbesi yükseltilir ve eski görevine geri döner..
NESİMİ (ENEL HAK)
Şair, düşünür ve mutasavvıf olan Nesimi 15. yy yaşamıştır ve Vahdet-i vücut (varlığın birliği) görüşünü savunmuştur. Zerice yazdığı lirik-didaktik şiirleriyle en büyük tasavvuf şairi olarak tanınmıştır. Bir inanç sistemi olan Hurufilik inancını benimsedi. Şiiri düşüncelerini yaymak için kullandı ve Anadolu’nun geniş bir kesiminde etkili oldu. Hallac- Mansur’un “Enel Hak” düşüncesi için “Mansur Enelhak söyledi/ Haktır sözü Hak söyledi” gibi şiirler yazmaya başladı. Şiirleri şeriata aykırı görüldü. Halep’te tutuklandı. Uzun süre (1404-1418) tutuklandı ve tutukevinde derisi yüzülerek vahşice öldürüldü.
YILDIZ MAHKEMESİ VE MİTHAT PAŞA YARGILAMASI
Ziraat Bankası’nın kuruluşuna öncülük eden büyük devlet adamı Mithat Paşa (1822-1884), daha da önemli olarak Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan “Kanuni Esasi”yi hazırladı ve 1876’da ilan ettirerek 1. meşrutiyet dönemini başlattı. II. Abdulhamit bu anayasaya bir madde (113. madde) ilave ettirdi ve Mithat Paşa’yı da sadrazam yaptı.
Divan katipliği, müfettişlik, Meclisi vala (bakanlar-vekiller) başkatipliği, vezir, Şûrayı devlet reisliği, Tuna, Bağdat, Edirne, Selanik, Suriye, Aydın valiliği, Adliye nazırı oldu. İdare, maliye ve eğitim alanında çeşitli reformlar yaptı, Mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişte önemli rol oynadı.
II. Abdulhamit 1. Meşrutiyet’in ilanında sadrazam yaptığı Mithat Paşa’ya hiçbir zaman güvenmedi. O’nun anayasa hazırlamasına ve meşrutiyeti savunmasına hep kinlendi. Bir fırsatını bularak ve 113. maddeye dayanarak Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi
Mithat Paşa’nın gücünden ürken II. Abdulhamit, yalancı şahitler ayarladı. Abdulaziz’in intihar etmeyip öldürüldüğüne ilişkin soruşturma ile ilgili olarak Mithat Paşa tutuklandı ve İstanbul’a getirildi. Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan bi çadır mahkemesinde Özel Görevli mahkeme tarafından yargılandı. Hakkındaki suçlamaları çürütmesine rağmen Abdulhamit’in emriyle hareket eden Özel Görevli Mahkeme, 2 günlük yargılamadan sonra Mithat Paşa hakkında idam kararı verdi. Yıldız Sarayı’nda toplanan temyiz mahkemesi kararı jet hızıyla onayladı. Ama Mithat Paşa’yla ilgili ölüm cezası büyük tepki yaratınca, Padişah tarafından cezası ömür boyu hapse çevrildi ve sürgüne gönderildi. Önce Cidde’ye, ardından da Taif’e göndeildi. Baskı altında geçen sürgünlerden sonra Abdulhanit’in emri ile boğduruldu.
Kemikleri 1951 yılında Türkiye’ye getirildi ve Şişli’deki Abide-i Hürriyet Meydanı’na gömüldü.
İşte böylesine değerli ve yararlı bir devlet adamı, padişahın emir ile hareket eden Özel Görevli Mahkemeler tarafından ölüme mahkum edildi ve boğduruldu.
Mithat Paşa asırlar geçtikçe anılacak, ama O’nu ölüme mahkum eden “Özel Görevli” yargıçlar, şose kanarında gebermiş kediler kadar bile anılmayacaklar (Devam edecek)