Mersin, Tarsus ve Bölgedeki gündem, ekonomi, son dakika, spor ve yaşam dünyasındaki önemli gelişmelerden anında haberdar olmak ister misiniz?

:

:

:

Türkiye’nin deprem gerçeği

10 Şubat 2023 Cuma 14:13
Celal Tezel
Yaşamın yalın ve acı gerçekliği budur işte. Günlük yaşantımızı, bugünümüzü ve yakın geleceğimizi düzenlemek için ne kadar gerçekçi öngörülerde bulunursak bulunalım, ne kadar akılcı planlamalar yaparsak yapalım, yaşamın doğal akışı içerisinde her zaman, daha önce öngöremediğimiz, hatta aklımızın ucundan dahi geçiremediğimiz acı ve tatlı bir yığın olayla karşılaşabiliriz. Bu olaylar, bazen, tarihin kaydettiği en büyük doğal afetlerden biri olarak da karşımıza çıkabilir. 06 Şubat 2023 günü, Türkiye’nin doğal afetler tarihine yazılan kapkara bir gün olarak işte tam da böyle bir gün oldu. Sabah saat 04:17 sularında bugüne kadar eşi ve benzeri görülmemiş büyük bir sarsıntıyla yataklarımızdan fırladık ve sokaklara döküldük. Gelen ilk haberlere göre, Kahramanmaraş ilimizin Pazarcık ilçesinde 7,7 şiddetinde bir deprem meydana gelmişti. 
 
Daha bu sarsıntının ilk şokunu atlatamadan bu kez de yine Kahramanmaraş ilimizin Elbistan ilçesinde 7,6 şiddetinde bir deprem daha meydana geldi. Yaşanan sarsıntıların ardından Mersin ve Tarsus caddeleri, bir anda korku ve panik içerisinde oradan oraya koşuşturan yurttaşlarımız ile doldu, taştı. Herkes, olayın ilk şokunu atlatıp neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Haber ajansları, 100 yılın en büyük deprem felaketlerinden birisiyle karşı karşıya kaldığımızı anlatan çeşitli haberler geçiyorlardı. Gelen haberlere göre bu deprem, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yer alan 10 ilimizde çok büyük bir yıkıma, felakete ve çok büyük bir faciaya neden olmuştu. Olay henüz sıcaklığını koruyor. Bu nedenle deprem bölgesinden, depremin yeni yeni artçı depremlerinin meydana geldiğine ilişkin haberler gelmeye devam ediyor.
 
Uzmanlar, bu artçı depremlerin bir müddet daha aynı şekilde süreceğine ilişkin bilgiler veriyorlar. Şu an için deprem nedeniyle meydana gelen can kayıpları, yıkımın boyutları, fiziki, maddi ve manevi zararları konusunda henüz yeterli bilgiye sahip değiliz. Bir süre sonra hasar tespit çalışmaları tamamlanacak ve yıkımın boyutları bir şekilde ortaya konulacaktır. Ancak şu an için genel bir saptama yapacak olursak; tarihimizin en büyük doğal afetlerinden ve felaketlerinden birisiyle karşı karşıya kaldığımızı ve bunun faturasının da tahminlerden çok daha ağır olacağını söylemekle yetinebiliriz. Şimdilik açıkça görünen odur ki, arama kurtarma faaliyetlerinde, temel ihtiyaç maddelerinin ulaştırılmasında ve depremzedelerin çadır ya da konteyner kentlere yerleştirilmelerinde geç ve yetersiz kalınmıştır. Ve yardımların ulaştırılması konusunda çok büyük bir koordinasyon karmaşası yaşanmaktadır.
 
Yazımın giriş paragrafında, günlük işlerimizi düzenlemek için öngörülerde bulunmamızın ve planlamalar yapmamızın her zaman da yaşamın gerçeklikleriyle örtüşemeyebileceğini belirtmiştim. Bu ifademle, öngörülerde bulunmanın ve planlamalar yapmanın yararlı olmadığı ve bunun nafile bir çaba olduğu gibi son derecede yanlış bir anlaşılmaya neden olmak istemem. Aksine, öngörülerde bulunmak ve planlamalar yapmak, her zaman ve her koşulda yaşamsal derecede önemli bir eylem ve etkinliktir. Eğer doğru öngörülerde bulunursanız zamanında ve doğru önlemler alabilirsiniz. Eğer elinizde, bilimsel ölçütlerle hazırlanmış çok seçenekli planlarınız varsa; belki bu planlarla doğal afetleri önleyemezsiniz ama, bu planlar yardımıyla doğal afetlerin verdiği zararların üstesinden daha kolaylıkla gelebilirsiniz. Hasarları asgariye indirebilir, krizleri ve afetleri daha başarılı bir şekilde yönetebilirsiniz. Yaşadığımız bu felaketler bir kez daha göstermiştir ki, ne yazık ki bizim ülkemizde, bazı bilim insanlarımızın öngörülerine önem verilmemektedir.
 
Selçuk Tepeli ile Fox haber programına katılan yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür’den öğrendiğimize göre, yaklaşık olarak iki yıl öncesinden beri bu bölgede böyle bir depremin meydana geleceğine ilişkin bilimsel çalışmalar yapılmış, veriler ortaya konulmuş ve gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Ancak bu uyarılar, ne yazık ki dikkate alınmamıştır. Ülkemizde çeşitli kurumların afet planları vardır. Ancak, televizyonlarımıza yansıyan görüntü ve yakınmalardan bu afet planlarının da ne yazık ki yine hayata geçirilemediği ve kâğıt üzerinde kaldığı görülmüş ve anlaşılmıştır. Şu cümleyi söylemek için artık yer bilimci olmamıza gerek yoktur. Yaşadığımız büyük felaketler ve acı deneyimler dolayısıyla artık hepimiz çok iyi biliyoruz ki; Türkiye, bir depremler ülkesidir.
 
Bugüne kadar meydana gelen depremler ve bundan sonra da İstanbul depremi ve Marmara depremi gibi olma olasılığı olan depremler de Türkiye’nin acı ama kaçınılmaz bir gerçeğidir. Peki nasıl oluyor da bütün bu gerçekler herkes tarafından çok iyi bilinmesine rağmen ülkemiz hala depremlere hazırlıksız yakalanabiliyor ve depremlerin yarattığı tahribatlar, can ve mal kayıpları bütün öteki ülkelerden çok daha fazla olabiliyor? Artık bu, jeoloji biliminin derinliklerinde kalmış bilimsel bir sır değil. Bütün yer bilimciler ve duyarlı yurttaşlar, depremin öldürmediğini, çürük binaların, plansız, alt yapısız ve çarpık kentleşmenin öldürdüğünü çok iyi bir şekilde biliyor ve dile getiriyorlar. Evet deprem öldürmüyor ama, çürük binalar öldürmeye hala devam ediyor. Acı ama gerçek. Yaşadığımız bu felaket bir kez daha bizim yaşadığımız 1999 İstanbul depreminden, Düzce, Elâzığ, Bingöl ve İzmir depremlerinden hiçbir ders almadığımızı acı bir şekilde gösteriyor. Rant hırsıyla 15-20 katlı 30 katlı binalara rahatlıkla ruhsat veriliyor. 1999 depreminden sonra, Prof. Dr. Mete Işıkara öncülüğünde çok büyük bir eğitim ve bilinçlendirme kampanyası başlatılmıştı. Okullarda deprem tatbikatları yapılıyordu.
 
Belediyeler, deprem toplanma yerleri ayırıyorlardı. Evlerde deprem çantaları hazırlanıyor, kentlerin çeşitli yerlerinde ilk yardım ve kurtarma malzemeleri depoları kuruluyordu. Ancak 2006 yılından sonra bu çalışmalardan tamamen vazgeçildi. 2000’li yılların başında bir deprem yönetmeliği çıkartıldı ama, bu depremde yıkılan binalardan açıkça anlaşılıyor ki bu yönetmeliğe de layıkıyla uyulmuyor. Bir yönetmeliği olmasına rağmen ne yazık ki, inşaatların henüz başlangıç aşamasında bina temellerinin jeolojik zemin etütleri ve inşaat denetimleri de sağlıklı bir şekilde yapılmıyor.
 
Malzemeden çalan müteahhitlere gereken yaptırımlar uygulanmıyor. Rüşvetçi belediye başkanları ve bürokratlar, sebepsiz zenginleşme yoluyla adeta ödüllendiriliyor. Oy ve rant kaygısıyla sık sık çıkarılan imar afları ise sağlıksız, çürük ve kaçak yapıların yapılmasını özendiriyor. Bir de depremlerde neden hep hastane, polis evi, lojman ve okul gibi kamuya ait hizmet binalarının yerle bir olduğu ve otoyolların çöktüğü sorusunun cevabı bir türlü aranmıyor ve ihaleyle alınan bu büyük boyutlu projeleri gerçekleştirenler ise bir türlü soruşturulmuyor ve yargı önüne çıkartılmıyor. Bütün bu olumsuzluklar da ne yazık ki, ülkemizde meydana gelen depremlerde ortaya çıkan can ve mal kayıplarının olması gerekenden çok daha büyük olmasına neden oluyor. Üstüne üstlük bir de ülkemizde sorumlulardan hesap sorulması ya da sorumluların hesap vermesi gibi bir alışkanlık ve gelenek de mevcut değildir.
 
Depremlerden sonra bir iki küçük müteahhit, göstermelik olarak yargılanıyor. Sonra da herkesin yaptığı yanına kar kalıyor. Bir süre sonra olaylar unutularak üzerine sünger çekiliyor. Televizyonları izlerseniz, sanki geçmiş depremlerdeki aynı manzaralar, aynı basma kalıp başsağlığı mesajları ve aynı vaatler birbirinin kopyası gibi anlamsız bir şekilde kendi kendisini tekrar ediyor. Ne yazık ki bütün bu vaat ve taziyeler, hiçbir yaraya merhem olmuyor. Her zaman olduğu gibi yine ateş düştüğü yeri yakıyor ve yaktığı yerde kalıyor. Ne yazık ki bu deprem, ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerin yaşandığı çok kötü bir zamanda meydana gelmiştir. Bu nedenle depremin yaralarını sarmanın da hiç kolay olmayacağı ve hayli uzun bir zaman alacağı tahmin edilmektedir. Bu bir ulusal felakettir. Evet 7 günlük ulusal yas ve OHAL ilan edilmiştir. Ancak yaşanan felaket o kadar büyüktür ki, bunun üstesinden gelebilmek için mutlaka ulusal bir dayanışmaya ihtiyaç vardır. Ulusumuzun acısını paylaşıyor, başsağlığı ve dayanma gücü diliyorum.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL 
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın diğer makaleleri
Akdeniz Gazetesi ©1994 - Tüm Hakları Saklıdır, Kaynak Gösterilmeden İçerik kopyalanamaz.
Oluşturma süresi(ms): -1
SON DAKİKA
Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat, Vali Atilla Toros’u ziyaret etti
Tarsus’ta kapanacak hemzemin geçit hayatı olumsuz etkileyecek
Mersin Büyükşehir’den Eğitime Güçlü Destek
Mehmet Coşkuner, yaşama gözlerini yumdu
MEDYAD Başkanı ve gazeteciler Başkan Seçer’i ziyaret etti
Tarsus Kaymakamlığı’nda “15 Temmuz Milli Birlik Günü” toplantısı
Mersin Büyükşehir’den Özel Gereksinimli Bir Vatandaşa Daha Tekerlekli Sandalye
Mersin’in Uluslararasılaşması Yolunda Büyükşehir’den Önemli Bir Adım
Mersin’de çıkan kavgada Mustafa Çetin yaşamını yitirdi
Doğaseverlerin Yeni Rotası: Tarihi Kilikya Yolu Oldu
Anguslar ormana kaçtı
Tarsus'ta meydana gelen kazada Sabahattin Yılmaz vefat etti
Üretici soğanı tarlada bıraktı!
Mersin Tarsus'ta gezerken yüksekten düşen kadın yaralandı
Tarsus-Tuzla yolunda karpuz yüklü kamyon devrildi