06-05-2009 Tarsus Akdeniz Haber Arşivi) ERDOĞAN GÖKÇE--
Türban meselesi gündemden düşmüş gibi gözükse de gizliden gizliye sürdürülüyor. Bunun yanında toplum içinde türbanlı sayısının az da olsa azalmaya başladığı görülüyor. Çünkü Türkiye’yi Amerika için Ilımlı (yumuşak) İslam yapmaya çalışanlar, türban bahanesiyle kazı kadınları siyasi olarak kullanmak istediler. Bazılarını da menfaat karşılığında kullandılar. Ekonomik ve siyasi çıkarları için türbanı kullananların Deniz Feneri e.V dolandırıcılık olayına ve Irak’ın ABD tarafından işgaline karşı çıkmamalarının sebebi böylece belli oldu.
Kapitalizm ve liberalizm, kadını “meta”laştırır ve bazı kadınları sermaye(!) olarak kullanmaya çalışır. Şeriat sistemi ise kadını erkeğin “mal”ı olarak görür, tarla gibi özel, siyasi olarak da genel anlamda kadınları kullanırlar. Hemen belirtelim, kadının siyasi olarak kullanılması sermaye olarak kullanılmasından çok daha kötü ve de tehlikelidir. Çünkü, sermaye olarak kullanılanlar yalnız kendilerini kullandırmış olurlar ve çok az kesime zarar verirler. Oysa siyasi olarak kullanılanlar, başta hemcinsleri olmak üzere tüm kadınlara ve hatta insanlığa zarar vermiş olurlar.
12 Eylül Amerikancı darbeden sonra gündeme giren ve adeta “Türkiye’nin birinci meselesi” gibi gündeme oturtulan türban olayı, Türkiye’de bir çok olayın üzerini örttü. Bunun sonucunda Türkiye, soyulan, satılan, parçalanan ve hatta işgale hazır ülke durumuna getirildi. Önce “dinin gereği” denildi. Sonra ABD’nin siyasi metres gibi kullandığı tarikat liderlerinin peşine düşürüldü. Daha sonra emperyalist Batıya karşı çıkmaz konuma getirildi. Ardından Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılması için misyonerlik faaliyetlerinin yolu açıldı ve son olarak da ülkemiz bugünkü duruma getirildi. Türban şeklinde örtünme olayının kiliselerdeki rahibelere ait bir örtünme olduğu asırlardır bilinmektedir.
Türban olayının gündeme oturması ve türban takanların sayısının gittikçe artmasının hemen ardından binlerce kilise açıldı, milyonlarca İncil dağıtıldı ve binlerce Müslüman insanımız Hıristiyanlaştırıldı. Şimdi de Ruhban okulunun açılması ve Bartelemeos’un ekümeniği dayatılıyor.ABD’de İslam alemine karşı yeni bir Haçlı saldırısı başlatıp BOP’u uygulamaya soktuğuna göre, eğer düzen böyle giderse... 50 yıl sonra Türkiye’de Müslüman bulmak zorlaşacak. Dinler arası diyalog olayı vb. çalışmaların asıl amacı budur. Çünkü türban olayı başı örtme olayı değil, beyini-aklı örtme olayıdır. Bir sosyete giysisidir ve bazı kadınların “kadınsı” görünme ve erkeğin dikkatini çekme olayıdır. Dişi aslanın başına çuval geçirilire, aslanlığı engellenmiş olur. Anadolu kadınının aklını be beynini örttürenler, Türkiye’yi Irak’a ve Yugoslavya’ya çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar
Türkiye’nin bu duruma gelmesinde kimlerin menfaati olduğu anlamak için Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu çok iyi görmek gerekir..
Evet, türban meselesi Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılmasının ön adımıdır. Bunu daha iyi anlamak için ön yargıdan kurtulup, Tarihçi Murat Bardakçı’nın “türban” konudaki araştırmasını okuyalım:
Bu kavram, 18. asrın sonlarında Fransa'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi'nin sarığının Fransız hanımlara verdiği ilhamla ortaya çıktı.Paris sosyetesi, şıklığıyla dillere destan olan Osmanlı elçisini davet edebilmek için birbiriyle yarışır olmuştu. Ali Efendi davetleri hiç reddetmiyordu, hanımlara karşı gösterdiği nezaket dillerdeydi ve hanımlar, Ali Efendi'nin başındaki sarığına, elindeki çubuğuna, yürümesine ve etrafı selâmlamasına hayrandılar. Derken, Parisli hanımlar 1790'ların sonunda Ali Efendi'nin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başladılar ve bu yeni moda "türban" adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün "tülbent" dediğimiz ve Farsça aslı "dülbend" olan kelime Fransızca'da "turban"a dönüverdi!
Ali Efendi, Paris'in giyimini-kuşamını değiştirmişti ama meslekî bakımdan gayet başarısız oldu. 1802 Temmuz'unda azledilip İstanbul'a çağırıldı, daha düşük vazifelere tayin edildi ve nihayet 1808 Temmuz'unda İkinci Mahmud'un fermanıyla kellesini cellâdın satırına teslim etti. Ali Efendi'nin Avrupa'da "türban" adını alan sarığını sardığı kellesi, gövdesinden ayrı olarak şimdi İstanbul'da, Mahmud Paşa Mezarlığı'nda bulunuyor.
Ama, İslamî terminolojideki ismi Arapça'da "bakışlardan gizlenmek" ve "saklanmak" demek olan "hecebe" kökünden gelme "hicab" sözünün karşılığında kullanılan günümüzün "türban"ı, bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar hiçbir zaman vârolmadı. Türk kadını, başını örtmek maksadıyla asırlar boyunca "yaşmak", "kadın fesi", "ferace", "maşlah", "tepelik", "hotoz", "tandırbaş", "kundak yemeni", "salma yemeni" yahut "felek tabancası" isimleri verilen birbirinden farklı ve herbiri gayet şık biçimde değişik vasıtalar kullandı ama bugünün türbanını hiçbir zaman bilmedi.
(Devamı var)